Arkadaşlarım beni kırmadı . Köye giden yolu tuttuk. Pek fazla yürümeden sırt üzerinde uzayan sokağın iki tarafına tarak dişleri misali dizili evler göründü. Tipik bir dağ köyüydü. İlle bizim yörenin ilk orta okulu yetmiş yıl önce, işte bu komşu köyde açılmıştı. Etraftan bilgiye susamış çocuklar burada öğrenim görüyordu. Ben de bu okulun ikinci mezunlarındandım. Köyde tüten bacalar tek tük, çocuk çığlıkları kesilmiş, evlerin çoğun bakımsız, kapı, penceresiz kalmış. Köpek havlamarı , çöplüklerde ötem horoz sesleri yok. Köyün ortasındaki pek büyük olmayan alana kondurulmuş okuluma yaklaştık. İki katlı, ak sıvalı, büyük pencereli bir bina. Eskiden sınıf odamın camları her sabah bana karşı ışıyor, sanki “ Hoş geldin “,diyordu. Heyecanım daha da arttı. Yıllar önceki atladığım kapı eşiğini yeniden atlamak, içeri girip oturduğum sıralara yeniden oturmak merakı sarmıştı beni. O zamanlar okulum cıvıl cıvıl çocuk sesleriyle doluydu. Saçları ağırmış öğretmenlerim vardı. Nice nice uzman yetiştirmişlerdi onlar. Doktor, öğretmen, hukukçu ,inşaatçı ve daha neler neler. Belki aralarından subay ve uçman da yetişebilirdi, imkan verilseydi, yapay engeller yaratılmasaydı. Merhum Nuri, Rüstem, Adem ve Çintulov öğretmenlerimin sıcak nasihatleri, verdikleri öğütler kulağımda çınladı. hepsi nur içinde yatsınlar. Ruhları şad olsun...
Bakışlarım bir ara ana giriş kapısına kaydı. Bir de ne göreyim ! Kapı filan kalmamış, duvarlar yıkılmış , içi girilecek durumda değil. Gözlerime inanamadım. Yüreğim buruldu, kalbim kırıldı. Başımı kaldırıp pencerelere baktım. Camların kırık , çerçeveler param parça . Çocukluğumu aradım. Sınıf arkadaşlarım Ali, Veli, Cemal, Kadriye ve başkalarının çığlıklarını kulağımda işitir gibi oldum. Çarıklı, minik izlerimi görür müyüm diye bakışlarımı yeniden avluda gezdirdim. Kendi izlerim şöyle dursun, tek çocuk izi bile göremedim. Ortalık sessiz- sedasızdı...
Başım eğik, yüreğim buruk, çehrem soluk, oradan ayrıldım. Arkadaşlarım gördüklerimden hayal kırıklığımı sezmiş olacaklar ki, ardım sıra sessizce beni takip ettiler.
Yeniden doruklardan aşağılara indik. Yakalara tırmandık. Bir hayli yürüdükten sonra hüzünlü hüzünlü arkama baktım. Güneş ışınlarını dağların ardına toplamaya başlamıştı. Tepelerin dorukları boydan boya mordan karaya doğru usta bir fırçayla boyanıyordu. Uzaklardan uzaklara seyreden kocaman bir bulut , sanki siyah rengin etkinliğini daha da hızlandırmağa çabalıyordu .
Not: Yıllardır bıkmadan, usanmadan yazılarını dergimiz aracılığıyla Batı Trakya Türklerine ulaştıran; Bulgaristan Türklerinin hukukçu, yerel yönetici ve çok değerli yazarı Mustafa Bayramali geçirdiği beyin kanaması sonucu Kırcaali’de çok ağır bir vaziyette yoğun bakımda hayat mücadelesi vermektedir. Kendisine yüce Allah’tan acil şifalar diliyor ve bir an önce iyileşip yazılarına geri dönmesini temenni ediyoruz.