Yorum
Barışa kırgın, umutların beklemede olduğu zamanlarda günlerler sessizdi, sakindi ve feraceli bir kadın kadar çekingendi. Dağların insanların gözlerinde küçüldüğü, nehirlerin bir sicim gibi hayallere daldığı, kırgın ve küskün günlerde güneş adeta insanların buz kesen alınlarında soğuyor ve ısıtmıyordu. Umutlar tükeniyordu. Vatanın parçalanması, yok edilmesi ve Osmanlı’nın paylaşılması an meselesiydi. Düşman her taraftan saldırıyordu. Artık tek düşünce İstanbul’a geçit vermemekti. Vatanın savunulması kutsaldı ve herkes katılmalıydı.
Günlerden Cuma idi. Köyün hocası yavaş yavaş, emin ve düşünceli adımlarla camiye yaklaştı ve cemaate şöyle seslendi:
“Düşman vatanımızı işgal etmek üzeredir. Çok yakında savaş çıkabilir. Aziz vatan topraklarını düşmana teslim etmemek ve milletimizin huzuru için bu ilanı hepiniz dikkatle dinleyiniz. Asker olacakların dikkatine:
Onlular, dokuzlular, sekizliler, yedililer askere alınacaktır.
İki kardeşten sadece biri askere alınacaktır.
Askerler yedi gün içinde en yakın askerlik şubesine başvuracaklardır.
Halihazırda asker olanların izinleri kaldırılmıştır.”
Namaz sonrasında halk köy meydanında toplandı ve bu çağrıya uydular. Herkes birbiriyle helalleşti ve ağızlardan şu sözler dökülmeye başladı.
“Annem beni yetiştirdi, bu ellere yolladı.
Al sancağı teslim etti, Allah’a ısmarladı.
Boş oturma çalış dedi hizmet eyle vatana,
Sütüm sana helal olmaz saldırmazsan düşmana!
Yastığımız mezar taşı, yorganımız kar olsun,
Biz bu elden gidersek namus bize ar olsun!”
Gencecik kızanların, kimisi nişanlı kimisi de yenli evliydi. Yürekleri vatan hasretiyle çarpan bu fedakar insanlar Hz. Muhammed’in “Ya Rabbi bizi dünyaya tekrar gönder ve senin uğrunda bir kere daha şehit olalım.” ilahi sözlerine uydular. Vatanları için ve Türk milleti için Çanakkale’ye koştular. Kimileri Tuna ve Meriç boylarından, kimileri Rodoplar’dan, kimileri Gümülcine’den ve Dimetoka’dan, İskeçe’den, kimileri Üsküp’ten, Koşukavak’tan, Kırcaali’den, Manastır’dan, kimileri de yanık çöl diyarlarından ve Kafkaslar’dan koşup geldiler. Kanlı Sırt’ta, Anzak Koyu’nda, Seddülbahir’de düşmanla göğüs göğüse çarpıştılar. Düşmana geçit vermediler. Kahramanca savaştılar. Bazıları ölmeden mezara koyuldular. Vatan karşısında ölüme koştular. Tarihe yeni bir sayfa açtılar.
Onlar,
Bir kahraman takım ve de Yahya Çavuştular
Tam üç alayla burada da gönülden vuruştular
Düşman tümen sanırdı bu şaheser erleri
Allah’ı arzu ettiler akşama kavuştular’
Onlar Gümülcine’den Hüsmenoğlu Rüstem
Onlar İskeçe’den Yusufoğlu Alirıza idiler.
Onlar Koşukavak’tan, Kırcaali’den Mehmet’lerdi
Onlar Dimetoka’dan Bektaş Yusuf’tular
Onlar Dedeağaç’tan Yüzbaşı Ahmet idiler
Seyyid Onbaşı ile birlikte çarpıştılar
Düşmana aman vermediler, ürküttüler
Onlar da Allah’ı arzu ettiler ve akşama kavuştular
Onlar, asla dönmeyi düşünmediler. Vatanları için kahramanca, yiğitçe çarpıştılar; isimsiz kahramanlar arasına katıldılar. Mustafa Kemal Atatürk gibi bir komutan bu savaş sayesinde ortaya çıktı. Mustafa Kemal Atatürk onlar için daha sonra şu ifadeleri kullandı: “Siz vatanı için, milleti için, namusu için canını ortaya koyan böyle insanları bu kadar mı tanıyorsunuz? Eğer siz onları tanımazsanız; geleceğinizi göremezsiniz, hedeflerinizi bilemezsiniz.”
Evet, onları daha fazla tanımak dileğiyle, 1915 yılında Osmanlı ve Türk Milleti için Çanakkale v.d. cephelerde şehit düşen insanlarımızı rahmet ve minnetle anıyoruz.