Bir Gazinin Hatıraları

    Bir Gazinin Hatıraları

    Gümülcine, 28.10.2022


    Adı: Mustafa

    Soyadı: Paşa

    Baba adı: Mehmet
    Yaşı: 81

    Köyü: Kovanlık

    Görüşme: Ekim 2000.

    Paşa Mustafa anlatıyor:


    1940 yılında askere gitti. 6 yıl askerlik yaptı.
    Arnavutluk'ta savaştı.

    Almanya'da toplama kamplarında kaldı.

    İtalya'da hapislerde yattı.

    İki elinden sakat kaldı.

    Memleketine döndü.

    Madalya ile ödüllendirildi.

    Ama bir türlü Savaş Gazisi aylığı bağlanmadı.


    Paşa Mustafa anlatıyor:


    “10 aylık askerdim. Savaş başladı ve 1940 yılında İtalyanlar Yunanistan'a girmek istediler. Yunanistan “OHİ” (Hayır) dedi. Bizi buradan trene koyup savaşın başladığı yere götürdüler. Trenden Amindeo’da indik. Bir akşam oradaki hastanenin yanında kaldık. Sonraki gün cepheye sürüldük, teslim olduk. Harp devam ediyordu. Ha bu gün harp, ha yarın harp derken, bu arada iki elimden yaralandım. Arnavutluk içlerine kadar ilerleyip yarısını aldık. Kaldığımız yerler ise, oradaki eşek damlarıydı. “Üç yumurta” dedikleri yere kadar girmiştik. Savaş bütün hızıyla devam etti. Cepheden hiç çıkmamak şartıyla, 6 ay kadar orada savaştık. Orada Almanların arkamızdan girdiğini duyduk. Bizi, cepheyi ayakta tutmamız için bıraktılar. Diğer askerler geri çekildi. Kısacası biz "ölüm bölüğü”nün içindeydik. Biz geriye döndüğümüzde başka bir cepheyle karşılaşacaktık. Geriye kaçtığımızda ise “vur” emri çıkarılmıştı. Bu emir bizim kendimizden gelen bir emirdi. Yani biz ölüme gidiyorduk. Bu arada cephanemiz de tükenmeye başladı. Zaten arkadaşlarımızın bir çoğunu da kaybetmiştik. Biz, ben ve Cango isminde bir zabitlen kalmıştık. Çok sayıda da yaralımız vardı. Bana zabit şöyle diyordu: "Paşa, silaha süngüyü tak” Bende dedim ki, “asker nerede, senin süngü ile, benim süngü ile bu iş olacak mı?” İtalyanlar ise karınca gibi kalabalık
    geliyorlardı. Biz 35'er kişiden oluşan iki bölük askerdik. Fakat, ben ve zabit sağ kalmıştık. Zabite, “çıkar mendilini de teslim olalım” dedim. Zabit mendili çıkarıp, sallamaya başladı ve teslim olduk, İtalyanların tarafına geçtik. Onlar da çok büyük kayıp vermişlerdi, çünkü, üçüncü defa saldırıyorlardı. Bir çok arkadaşımızı istihkâmlarda yaralı
    bıraktık. Biz sağlam olarak iki kişiydik. İtalyan binbaşı bizlere şöyle dedi: "en iyi askerlerimi kırdınız, ben size şimdi nasıl bir ceza vereyim”

    Biz 5-6 Türk kalmıştık. Daha sonra İtalya'ya götürüldük. Yaklaşık 2 yıl orada hapiste kaldık. Biz hapiste iken Mussolini öldü. Daha sonra hükümeti Padolyo isminde bir zat aldı. Bizleri serbest bıraktılar. Herkes başının çaresine baksın dediler. Almanya İtalya'ya girdi ve her tarafa satır çekti. Biz böğürtlenlerin içine dağıldık. Çamur içindeydik.
    Daha sonra bizlere İsviçre'ye gitmemiz söylendi. Sabri isminde Nuhçalı'dan bir arkadaşımız vardı. Ayağı fena ağrıyordu, şişmeye başlamıştı. Yolda diğer başka askerlere de rastladık. Sabri, onu bırakıp gitmemizi söyledi. Ben Sabri ile birlikte kaldım. Bir elinde dayanak, bir eli de benim omuzuma asılı olarak yola devam etmeye başladık.

    Yolda bir İtalyan çobana rastladık. Sabri’yi kendi yatağına yatırdı. Onu bir battaniyeye sarıp, tek başına şehre doktora götürdü. Doktor sıcak kepek tavsiye etmiş. Sabri, gün geçtikçe daha da düzeldi. 29 gün o hanede kaldık. Biz ne olacak halimiz diye düşünüyorduk. Hanenin küçük kızı “askerler geliyor” diye bağırmaya başladı. Korktuk Allah’a tevekkül dedik. İtalyan ve Almanlar birlikte gelmişlerdi. Hane sahibi bizi gizledi. Onu tehdit ettiler. Sonraki gün oradan ayrılmaya karar verdik. Bizi müzevirlemişledi. Kalmamız için çok yalvardı. Sabri'ye ayakkabılarını, evdeki ekmekleri ve 500 drahmi para verdi. İsviçre sınırına gittik, fakat geçmeye imkan yoktu.

    77 gün İtalya'nın içinde perişan bir şekilde dolaştık. Kapının birini çaldık. Ekmek istedik ve bu akşam kalacağımızı söyledik. Hayvan damının içinde kaldık. Yedik, içtik fakat kendisi ortalıkta yoktu. Daha sonra sarıldığımızı anladık. İtalya'nın içinde bizleri Almanlar kovuyordu. Bir askeri binaya götürdüler. Almanlar bizi, oradan, trenle Avusturya'ya götürdüler. 15 gün orada kaldık. Oradan Almanya'ya götürüldük. Götürüldüğümüz kamplarda her milletten insan vardı. Toplam 36.000 kişiyi toplamışlardı. Bir yıl kadar da orada kaldık. Yahudileri, çocuklarını bizim yanımıza getirdiler. Bir ara onları almak istediler. Bir gün akşam üzeri top sesleri işittik. Daha sonra Rus toplarıı olduğunu öğrendik. Alman askerleri süngü ve kayışlarla kampın içine girdiler ve insanları ite kaka dışarıya çıkardılar. Biner kişilik gruplar yapmışlardı.

    3 ay tekrar dışarıda kaldık. Daha sonra bizi, koz yerine, kendi askeriyesinin içine kattı. Amerika ve İngiliz'e dedi ki, “sen bize uçaklarınla saldırırsan, bu kişileri de öldürmüş olursun.”

    Nerde akşam orada sabah misali yaşıyorduk. Tükürdüğümüzü buz tutuyordu.

    Alman bizi sürerken kuşatıldı ve teslim olmak zorunda kaldı. Daha sonra, İngiliz ve Amerikan uçaklarıyla, Fransa’ya götürüldük. Fransa'da 3 gün kaldık. Askeri arabalara bindirdiler. Tekrar “hazır olun” dediler. Tekrar uçaklara bindik, bu sefer Londra'ya gittik. Yunanlıları ayırdılar. Londra'dan tekrar İtalya'ya geldik. Burada Amerikalılar-İngilizler bizleri Japonya'ya götürmek istediler. Biz kabul etmedik. Oradan gemiyle bizleri Pirea limanına getirdiler. Orada, hükümetin sizleri evlerinize götürecek gücü yok, dediler. Londra'dan bizlere verilen giyecekleri satıp kamyonlar tuttuk ve, evimize döndük.

    Daha sonra bizleri Gümülcine Valiliğine davet ettiler. Askeriye kumandanı hepimize birer madalya taktı. Tanıyabildiğim çok az arkadaşımız kalmıştı. Yaralı olarak geriye dönmüştük. Bizlere burada kimse sahip çıkmadı. Onlar belki kendi milletlerine aylık çıkartmıştır, ama bizlere verilmedi. Çok uğraştık ve bizlere hep “olacak” dendi, ama olmadı. 1951 yılında İtalya’dan orada esir tutulanlara 85 bin drahmi geldi dediler. Köyden Gümülcine’ye geldik. Hükümet bizlerden 20’şer bin drahmi kesmek istedi. Biz kabul etmedik. Bana göre her rakam kabuldü. Rumlar devamlı “Ohi, ohi” dediler ve parayı geri çevirdiler. Yine olmadı. 1967 yılında hükümet bizi mahkeme yerine çağırdı. Savaşa katılanların hepsi çağrılmıştı. Bana Niko’nun orada olup olmadığını sordular. Niko’ya da benim savaşa katılıp katılmadığımı sordular. Niko ve ben “evet” dedik. Kısacası soruşturma yapılmıştı. Kısa bir zaman sonra avukatımız tekrar para alacağımızı söyledi. Evrakları alıp bankaya gittik. Avukat bize “10 bin drahmi verecekler, bunun 1000 drahmisini bana vereceksiniz” dedi. O zaman çok paraydı. Koyacak yer bulamıyorduk. Sonuçta parayı verdiler. Elimize birer kâğıt verdiler. Her ay bu kağıtla bankaya gidip aylık alacağımız söylendi. Ay doldu, bankaya gittik. Karamanlis de o zaman Fransa’ya kaçmıştı. O günden bu yana tek dekara almadım. Kısacası bizlere aylık vermediler. Toplu olarak verilen parayı da Almanya’nın gönderdiğini söylediler. Mağdur edildim. Şu anda da bu memleket için savaşmış ve sakat kalmış bir insan olarak, bana tek kalan, savaşın acı tarafı ve bu madalya oldu.”

    Not: Bu yazı 1 Kasım 2000 tarihli Rodop Rüzgârı gazetesinin 44. sayısında yayımlanmıştır.

    ©2017 Burasi Batı Trakya. Tüm Hakları Saklıdır.

    Please publish modules in offcanvas position.