Başarı için hiç şüphesiz herkes ortaya “Çok çalışma” kelimelerini ileri sürer. Bu bir ölçüde ve dar anlamda belki de doğru da olabilir. Ancak bizim gibi, azınlık olarak başka kültürlerin içerisinde erimemek için direnen toplumlarda başka faktörler de devreye girmektedir.
Azınlık insanının benimsediği yaşam şekli; kendi öz kültürünü, gelenek göreneklerini, dilini ve dinini yaşamaktır. Bu her ne kadar yabancı bir kültür içerisinde olsa da yine de üstesinden gelmek mümkündür, ancak çok zordur!
İşte tam burada gerekli ortamlar, hoşgörü, elverişli koşullar ve destekler devreye girmektedir. Defalarca yazdığımız gibi, gerekli ortamlar oluşturulmadan yeteneklerin ortaya çıkması için çocukların dahi olmaları gerekir.
Örneğin bir Rahmi Ali Türk Dünyasında yılın edebiyat adamı ilan edildiyse bunda Şafak dergisinin büyük rolü vardır. Yine TOÇEK tiyatro toplulukları uzun yıllardan bu yana nefes kesmeden oyunlarına devam ediyorsa; Batı Trakya koşullarında, yetersiz dahi olsa, bir çalışma ortamına sahip olmaları başarılarının önünü açmaktadır. Örnekler çoğaltılabilir.
Bunun gibi durumlarda belediyelerimiz artık işe el atmalı ve halkın sosyal yönüne yönelik kalıcı eserler bırakmalıdırlar; ya da var olanları atıl durumdan kurtarmalıdırlar.
Önümüzdeki yıllarda eğitim açısından bizleri çok zor günler beklemektedir. Özellikle ana dil eğitiminde azınlık insanının talepleri ne yazık ki hala dikkate alınmamaktadır. İlkokullarında Türkçe eğitim verilirken, Türkçe gazete, dergiler yayınlanırken, radyolar Türkçe yayın yaparken, kahvede, çarşıda, pazarda Türkçe konuşulurken, bunun anaokullarına sokulmaması anlaşılır gibi değildir. Son yapılan düzenlemeyle artık anaokuluna gitme yaşı dörde indirilmiştir. Bu durum çocuğun nerdeyse doğduğu andan itibaren ana dilini öğrenmeden başka bir dili öğrenmeye çalışması demektir ki bu da asimile olmanın yollarını açmak anlamına gelmektedir.
Yukarıdaki sebeplerden dolayı artık herkes çok iyi düşünmelidir. Anamızdan öğrendiğimiz Türkçe’mizi artık nasıl koruyabiliriz, kurum ve kuruluşlarımız bu konuda ne gibi ortamlar hazırlayabilirler ve faaliyetler yapabilirler, bunları çok iyi düşünmeliyiz.
Bütün bunların çözümü için azınlık insanının gücüne inanmak saflık olur. Yıllardan beri hayal edilemeyecek bir sürü baskıya maruz kalan; yıpratılan, ezilen, moral olarak, ekonomik olarak çökertilen azınlık insanından çözüm beklemek doğru değildir. Burada tek çare Yunanistan ve Türkiye’nin sorunları masaya yatırması ve azınlık insanının istediği doğrultuda çözüme kavuşturmasıdır. Bu her ne kadar yakın gelecekte mümkün görünmüyorsa da bizler yine de bunun hayali ile yaşamaya devam edeceğiz.
Sayı 110/2018